|
|
|
|
Cephede Koşullar (yeni)
|

|
«
|
|
|
|
• Bitler
|
|
Paylas
|
Bütün bu çabaya karşın cephedeki askere yeterli su iletilemiyordu: “Günde bir galon (4,5 litre) su almamız gerekiyordu; bu olabilseydi rahatça idare ederdik, ama bunu alamayacağız ve kuyu suyu içmek hastalık getirmekten başka bir işe yaramıyor. Ben kendimi deve gibi görürü ve suya ihtiyacım olmayacağını sanırdım –ama burası çok sıcak.” Bu durumda yıkanmak çok önceliği olmayan bir şeydi.
Gelibolu’da sadece cesetler kokmuyordu. “Geçen hafta cumartesinden bu yana ilk kez ayakkabılarımı çıkardım. Burnumu sıkıca kapatarak çoraplarımı sıyırdım ve havalanması için siperin dışına koydum” Askerin mümkün olduğu zaman tıraş olması bekleniyordu ve bu işin kör usturalarla yapılması herhalde güç ve ıstıraplı olmalıydı. Ellerinden geleni yapıyorlardı ama Gelibolu’da hiçbir şey kolay değildi: “Suyumdan birazını temizlemiş olduğum bir Nestle süt kutusuna doldurdum. Altına bir mum yakıp ısıttım ve onunla tıraş oldum” Çok kimse ensede ve yanlarda saçlarını çok kısa kesmeye başlamıştı. “Irvine makasla saçımı kesti ve beni kele çevirdi. Savaş bitene kadar ancak uzar herhalde. Yoksa manastıra girmek zorunda kalacağım. Ama insan toz toprak içinde kalıp da her zaman yıkanamayınca saçsız olmak çok daha temiz ve serinletici.”
Temizlik konusunda bu güçlükler varken askerin bir diğer ıstırap konusu da bitlerdi. Daha az deneyimli askerler bunu dehşetle karşılamışlardı. “Oturduk, arkadaşım gömleğini sıyırdı ve bitleri öldürmeye başladı. ‘Şunlara bak, her biri bir fil kadar,’ dedi. ‘Pis herif,’ dedim. ‘Sen kendi gömleğine basana!’ dedi. Gömleğime bakınca benim de ondan farksız olduğumu gördüm.” Bitten kurtulmak için çok çeşitli yöntemler deneniyordu. “Onları eziyorduk. Pantolonların dikişleri arasına girerlerdi. Pantolonlarımızı çıkarır, çırılçıplak oturur, bir kor parçasıyla yakardık bitleri. Kimi zaman kendimiz de yanardık ama bitten kurtulmak olanaksızdı.
Onlara alıştık sonunda” Bu Türkler kadar amansız bir düşmana karşı sonsuz bir savaştı. “Her gün bit kontrolü yapardık. Mumumuz varsa pantolon ve gömleklerimizin dikişlerini yakardık. Kimi zaman battaniyelerimiz bitlenirdi ve o zaman hiçbir şey yapamazdık. Keating marka bit tozu gelirdi ama bitler ondan çok hoşlanıyorlardı bence.” Paketlerle gönderirken çeşitli ev ilacının etkinliği de kuşkuluydu. “Akrabalarımız bize teneke teneke bitlere karşı merhem falan gönderirlerdi ancak domuzlar onlarla besleniyor olmalıydı ki, bunları ne zaman vücudumuza sürsek daha bir canlanırlardı” Bazıları için hiçbir çare fayda etmiyordu: “Boyuna asmak için ip olan küçük kafuru torbaları dağıtıldı. Nüktecinin biri şöyle diyordu: ‘Bu, bitleri, pantolonumun kıçından nasıl kovacak peki.’ Torbalardan birinin içinde bir bit yuvası bulunca ne kadar boşuna oldukları anlaşıldı.” Er Thomas Northcote ise başarısının sırrını şöyle açıklıyordu: “Bir kalıp Lifebuoy sabunu vardı, onunla tepeden tırnağa kadar yıkandım ve hiç bitlenmedim” Denis Buxton ise biraz daha aşırı bir çare öneriyordu: “Bit için tek çare katran ruhudur. Elbiselerimi on beş gün önce zayıf bir karışıma batırdım ve bir daha bitlenmedim.” Bir çare daha vardı:
Neyse ki bol miktarda karınca vardı ve sonralar bitlerin karıncalardan kaçtıklarını öğrendik. Bu nedenle gömleklerimizi karınca yuvalarının üzerine bıraktığımızda çok iyi sonuçlar alıyorduk. Ancak, giyinmeden önce gömleği çok dikkatle incelemek gerekiyordu, çünkü bit ısırığı asla öfkeli bir karıncanın ısırığıyla boy ölçüşemezdi. (Deniz eri Thomas Macmillan)
Bu Yazı 14697 kere okunmuştur.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sitede yayınlanan her türlü yazı, haber, resim, şiir, müzik ve videonun izinsiz kullanılması, yayınlanması yasaktır.
|
|
|
|
|
 |