|
|
|
|
Cephede Koşullar (yeni)
|

|
«
|
|
|
|
• Yaralı ve Ölüler
|
|
Paylas
|
İster şarapnel çarpsın, ister patlayıcılarla, ya da yeraltından mayınlar veya havadan bombalarla havaya uçsunlar yaralılar ölümün sağladığı o ani kurtuluşa sahip değillerdi. Bunlar genellikle sıhhiye birliklerinin sedyecileri tarafından ilkyardım noktalarına taşınırlardı. Bu güç ve tehlikeli bir işti:
İki kişi bir sedye alır, içini tıbbi malzemeyle falan doldurur ve Kirte yakınlarına giderdik. Dört mil. Oraya varınca, "Hangi cehennemdesiniz, gelin artık!" diyen bir ses duyardık. Malzemeyi bırakırdık. Yaralılardan birini, hele yakasında kırmızı şerit varsa, hemen sedyeye yükler ve üsse taşırdık. Sonra yine geri dönerdik. Ve bu yorgunluktan yıkılana kadar devam ederdi. (Er Harry Robinson)
Bunlardan biri yaptıkları işi bir şarkıya dönüştürmüştü: Dereden yukarı koş Dereden yukarı koş, Gece gündüz demeden sedyenle, Başının üstünde şarapneller Çevrende uçuyor mermiler Ayakların yorgunluktan tükenmiş, Keyfin çok uzaklarda kalmış Ve sen hep koşuyorsun Dereden yukarı Dereden yukarı Cehennemin kapılarına doğru. (Er Richard Yorston)
Durum istikrara kavuşur da, fırsat da olursa cankurtaranlar yaralıları toplamak için mümkün olduğu kadar çarpışma alanına yaklaşırlardı. Yorston, Seddülbahir'deki cankurtaranlardan birinin sürücüsüydü:
Her kesimin bir cankurtaranı vardı. Dere yatağından bir mil kadar içeri girerdik ve yerel birliğin sedyecileri yaralıları bize getirirlerdi. Bunlar alaylarının ilk yardım noktalarından gelirlerdi. Arabanın iki yanında ikişer sedye yuvası vardı ve sedyeleri buraya bağlardık. Daha fazla yaralı almamız yasaktı ama biz her zaman fazladan bir iki kişi alırdık. Yere beş altı kişi yatırabiliyorduk. Yaralıları doldurduktan sonra oradan mümkün olduğu kadar hızla uzaklaşırdık. Sağlık eri yaralılara göz kulak olurdu. Cankurtaranlar dört köşeydi, üzerleri branda örtülü, arkaları açıktı, lastik tekerlekleri vardı. İki sürücünün yönettiği dört katırla çekilirdi. Ben sürücüydüm. Yol sadece bir araba geçecek genişlikteydi. Yaralıları doğruca sargı yerine götürürdük. (Er Richard Yorston)
Ancak herkes kumsala taşamıyordu ve büyük bir taarruzda yürüyen yaralılar denilenlerin durumları çok ıstırap vericiydi:
Yaşamım boyunca karşı karşıya kaldığım en korkunç ve ıstıraplı yürüyüştü bu. Düşün hele! Tüfeğim ve teçhizatımla beş mil! (sekiz kilometre) Ateş hattından üsse kadar; tüfeğim beş kilo ağırlığındaydı, nasıl becerdim bilemiyorum ama başardım işte. Kah yürüyor, kâh sürünüyordum. Birkaç dakikada bir dinlenerek. Hiç bu kadar çok sahra telefonu teli olduğunu bilmezdim, ayaklarım sürekli birine takılıyordu. Ama her nasılsa dayandım işte. Attığım her adımla ateş hattından uzaklaşmakta olmam bana devam edecek cesareti veriyordu... (Er R. Sheldon)
Yaralılar bir kez kumsala vardıktan sonra bir hastane gemisine binme fırsatı çıkmasını beklerlerdi. Bu çok sinir bozucu bir dönemdi kurtulmaya o kadar yakındılar ama yine de ateş altındaydılar.
Hastanede, 60 Rakımlı Tepe'de olduğundan daha çok korktum. Mermilerin geldiğini duyuyordum. Bir yatakta yatıyordum ve yerimden kıpırdayamazdım... Siperde kendini yere atarsın ve bir umudun vardır... Mermiler tepemden geçerken çok çaresizdim... biri her an kısa düşebilirdi. Hastane büyük bir çadırdı ne yanlardan ne de yukardan herhangi bir korunma mümkün değildi. (Teğmen Eric Wolton)
Türkler Kızılhaç çadırlarına isteyerek ateş etmiyorlarsa da, kaza olabilirdi ve oluyordu da: Kumsalda üç gün sedye üzerinde kaldım. Sersemin biri, sargı istasyonuna bir cephane arabası getirmişti ve Türkler ona ateş ediyorlardı. İki doktor öldü, ben de sırtımdan şarapnel yarası aldım. Ama fazla bir şey değil cımbızla ayıklanabiliyordu. (Onbaşı Ernest Haire)
Kumsaldaki sargı istasyonunda ölüm tehlikesi yoksa ancak çok küçük müdahaleler yapılabiliyordu. "Sargılar yaraya yapışmıştı. Doktor, 'Bunu bırakalım, yaşıyorsun ve nabzın iyi' dedi." Doktorların hiçbirinin, özellikle İngiltere'den gelenlerin savaş yaraları hakkında fazla bir deneyimleri yoktu. "Manchester gibi yerlerden gelen bu kentli doktorlar mesleklerini öğreniyorlardı. Herhalde bağırsaklarından vurulmuş ya da beyninden yara almış kimseyi tedavi etmiş değillerdi."Gelibolu'da çok geçmeden pratik deneyim kazandılar. Genelde her yerde hazır olan din adamları da her zaman rahatlama getirmiyorlardı. Bazıları onları ölümün habercileri olarak görüyordu. "Peder bana dinimi sorunca, 'O kadar kötü mü?' dedim. 'Hayır, ama bu soruları sormak zorundayız,' dedi." Yaralıların hastane gemilerine yüklenmesi çok ürkütücü olabilirdi. Kasıklarından vurulduktan sonra belinden aşağısı felç olan bir askerde olduğu gibi:
Pazartesi günü öğle vakti saat 12'de hastane gemisine bindirildim. Oraya bir layterle götürüldüm ve vinçle yukarı çekildim. Yukarı varacağım sırada sedye birden kaydı ve on beş metre aşağıdaki suya düşeceğimi sandım. Neyse ki, ellerimle iplere tutunabildim. Beni gemiye çekmelerine kadar orada öylece asılı kaldım. (Er Frederick Coakes)
Bu Yazı 31611 kere okunmuştur.
|
|
|
|
!6-19 Mayıs Türk Tarruzu Sonrası Etrafa Yayılmış Türk Şehitleri
|
|
19 Mayıs 1915 Cesaret Tepe Şehitlerimiz İngiliz Siperleri Önünde ( Şahin Aldoğan Arşivi)
|
|
Cenazelerin Gömülmesi
|
|
Muharebe Esnasında Arkadaşlarına Son Görev
|
|
Yaralıların Gemilere Taşınması
|
|
Muharebe Alanında Yaralı Taşıyan Ambulans
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sitede yayınlanan her türlü yazı, haber, resim, şiir, müzik ve videonun izinsiz kullanılması, yayınlanması yasaktır.
|
|
|
|
|
 |