ANA SAYFA     HAKKIMIZDA     MÜZE     ŞEHİTLERİMİZ     DOKÜMAN ARŞİVİ     FOTOĞRAF ARŞİVİ     GEZİ     YAZARLARIMIZ     İLETİŞİM  
 
  Müze  
  1. Dünya savaşı  
  İtilaf Dev. Savaş Planları  
  Ordular  
  Savaşa Girmemiz  
  Komutanlar  
  Çanakkale Savaşı  
  Deniz Savaşları  
  Hava Savaşları  
  Kara Savaşları  
  Cephede Koşullar  
  Gaz Kullanıldı mı?  
  Savaşın Sonuçları  
  Savaşın Etkileri  
  Çanakkale ve Yahudiler  
  Şehitlerimiz  
  Gazilerimiz  
  57. Alay Tarihi  
  Asker Mektupları  
  Anzaklar  
  Arşivlerde Çanakkale  
  Çanakkale Gençlik ve Sporcular  
  Asker İmamlar  

Sitede Ara


 

Cephede Koşullar (yeni)

« Geri   

    Askerlerin Sosyal İhtiyaçlarının Temini     Bitler
    Cephede Askerin Maneviyatı     Dinlenme ve Eğlence
    Hastalıklar     Sinekler
    Siperde Koşullar     Siperde Koşullar
    Su Sorunu     Yaralı ve Ölüler
    Yiyecek
 

Cephede Askerin Maneviyatı

   Paylas

Askerler hücum sırasında tam bir iman örneği sergiliyorlardı. Bilenler Kur'an okuyor, bilemeyenler ise bildikleri duaları okuyarak taarruz ediyorlardı. Hepsinin bildiği tek bir şey vardı ki, ölseler de kalsalar da her iki durumda da kazançlı olacaklardı. Aziz vatanları uğrunda ya gazi olacaklar, ya da şehit. Balkan Muharebeleri’nin askerde ve toplumda meydana getirdiği mahcubiyetin etkisi, Çanakkale Savaşları’nın hazırlıklarında ve askerlerin maneviyâtında da kendisini göstermiştir. Zira Çanakkale’ye evlâdını gönderen veya bizzat katılanlar milletin akıbetini tayin edecek mukaddes bir vazife için orada olduklarının tamamen şuurunda idiler. Çanakkale’de kendilerine yüklenen bu vazifenin idrakinde olan subaylardan biri olan Mucip Kemal Bey bu durumu şöyle ifade etmektedir :

“Devlet fakir, millet fakirdi. Açık ve ciddi görünüş böyle olmakla beraber, biz denizden karadan yapılacak taarruzu, o müthiş anı aylardan beri hiçbir ümitsizliğe kapılmadan mütevekkilâne bekliyorduk. Hâl ve şartlar ne olursa olsun, ilâhî kader bizim kuşaklara bu ağır vazifeyi yüklemiş bulunuyordu ve ehemmiyetle dikkate layıktır ki, sözlerin çok ilerisinde bulunan bu ödevin derin manasını, kutsiyetini kumandanlar, subaylar, erler iyice anlamışlardı…”

Bu gerçeği Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref ile yaptığı mülakatta şöyle ifade etmiştir :

"Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerini alıyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkül ile biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler Kur'an-ı Kerim okuyor ve Cennet'e gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler Kelime-i Şehadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebeleri'ni kazandıran işte bu yüksek ruhtur."

Muharebeler sırasında cephede bulunan bir İngiliz gazeteci Türk askerinin sahip olduğu vatan sevgisini takdir etmekten geri kalmamıştır :

“Askerlerimizin savaşmakta olduğu bugünkü düşman evlatları, namdâr, gazi ve şöhretli kumandan Osman Paşa'nın kumandasında olarak Plevne'yi kahramanca tutan arslanların aynısıdır. Bugünkü Türkler, Avrupa politikasının tek faktörü olan varlıkları için savaşıyorlar. Bugünkü Türkler, her bir Türk'ün kalpten sevdiği ve iftihar sebebi olan, sevgili İstanbul'u muhafaza için kanlarını döküyorlar."

Kanal Cephesi’nden dönerek İstanbul’a gelen Münim Mustafa, Haydarpaşa İskelesi’nde Gülnihal Vapuru’ndan indirilen yaralılar ile Çanakkale’ye sevk edilen askerlerin me’yusiyet ve nefreti icap ettiren bir hâlet-i rûhiyelerinin olmadığı, aksine mahalle sakinlerinin askerlerle ilgilenip ihtiyaçlarını giderme gayretlerinin Türk milletinin askeri ile bütünleştiğini gösterdiğinden bahsetmektedir .

Çanakkale’ye ikmâl eri nakleden Şirket-i Hayriye’nin 38 Numaralı Sultanhisar Vapuru gemi suvarisinin “O askerler ki, yarın Çanakkale’de düşmanı karşılayacaklar, belki çoğunun ruhları bu ebedî maviliğe karışacaktı.” ifadesi Türk askerinin sahip olduğu ruh halini açıkça gösteriyordu. Cepheye giden erlerde hüzün yerine neşe ve sevinç vardır . Bu sevk, taburlar arasında cepheye ilk önce varmak amacıyla tatlı bir yarış havasında cereyan etmekteydi.
Hamdullah Suphi, bu yarışı bir zabitin “Taburlarımız arasında günlerden beri ‘Harp yerlerine biz evvel varacağız!’ diye bir yarışmadır devam ediyor.” ifadeleri ile nakletmektedir :

Cepheye koşan askerlerle yaralanarak geri gelenlerin arasında özel bir muhabbet hasıl olmuştur. Tasvîr-i Efkâr muhabirinin Haydarpaşa İskelesi’nde şahit olduğu sahne Çanakkale’de zaferi kazandıran yüksek ruh portresini göstermektedir. Zira Mehmetçik vatan ve mukaddesâtı için çekinmeden canını vermeyi göze almıştır. Hepsinde var olan duygu aynıydı: Vatan düşman çizmeleri altında pây-i mâl olmamalı, gerekirse bunun için şehit olunmalıdır .

Mehmetçiğin gösterdiği fedakârlıklar, düşmanın cepheyi terk edişine kadar devam etmiştir. İstanbul hastanelerinde tedavi edilen yaralılarla yapılan röportajlar da göstermektedir ki, çoğu zaman hayatı hafife alan bu gaziler, tedavileri biter bitmez tekrar arkadaşlarının yanına dönmek için can atmışlardır. Yaralılardan birçoğu da seyyar hastanelerdeki tedavilerle yetinerek harp meydanındaki görevlerine koşmak için, yaraları uzunca bir tedaviye muhtaç bulunanların birçoğu ise siperlerinde kalmak için tabiplere ricada bulunmuşlardır. Zira milletin kendilerine gösterdiği bu hüsn ü muhabbet karşısında yatakta rahat rahat yatmayı ayıp görmüşlerdir. Hekimlere yalvararak bir an önce taburcu edilmelerini istemişlerdir. Zira milletimizin iyiliklerini kendimize helâl ettirmek istemektedirler

İstanbul’a gelen yaralılar, Balkan Harbi’nin utancını değil, zafer kazanan bir ordunun mensubu olmanın verdiği gururu taşıyorlardı. Fatma Aliye’nin ifadeleri halkın, yaralılara bakışını göstermesi bakımından önemlidir :

“Balkan Harbi’nde mecrûhînin hâliyle bu günkü mecrûhînin hâlindeki farkı onları ziyâret edenler görmüştür. Onlar mahzun idi. Bunlar memnun! Onlar da yaralanmıştı. Lakin mağlubiyetlerden, intizamsızlık ve firar gibi bir zilleti görmekten avdet ediyorlardı. Şimdikiler ise vazifelerini ifa eylemiş olmakla beraber, zaferden geliyorlar. Yaralarının açısından bahis yok ancak şifâyab olup tekrar harbe gitmek arzu ve hevesi hüküm sürüyor.”

Kendisi ile mülakât yapılan Mülâzımıevvel Abdullah Nâbi Efendi, askerin göstermiş olduğu fedakârlığın sebebini Çanakkale’de ne için harp ettiğini bilmesinde görmektedir . Ayrıca vatanı için canını vermeyi göze alan Türk askerinin yaralarını gizleyerek “yaptığının sadece vazifesi olduğu” bilinci, onun sahip olduğu yüksek karakterinin sadece bir tezahürüdür .

Kendi Cenaze Namazını Kılanlar

Kirte muharebelerini yaşayan o dönemin gazilerinden birisi tarafından anlatılmış, kendi cenaze namazını kılarak ölüme aldırış etmeyen Mehmetçiğin hikayesi muharebelerin hangi koşullarda yapıldığını ortaya koymaktadır:

“Kirte muharebeleri sırasında, bölükler arka sıralarda hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hücum için emir bekliyor. Askerin tamamı süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin... Dudaklar kıpır kıpır dualar okuyor, kelime-i şehadet getiriyor. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor: "Yavrularım... Aslanlarım... Biraz sonra Cenâb-ı Rabbü’l-alem'in huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim... Haydi! Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp hep beraber teyemmüm edelim..." Teyemmüm edilir... Bekleme devam etmektedir. Biraz sonra Yüzbaşı; "Çocuklarım... Sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz... Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım. Kabe karşımızda..." Arkadan Oflu Ali Çavuş bağırır:
"Er kişi niyetine..."

Niçin muharebe ettiklerinin farkında olan bu yiğitler, biraz sonra şehadet sırasının kendilerine geleceğini de biliyorlardı. Tek bir gayeleri vardı: Ezanlar susmamalı, vatan toprağı namert çizmeleri altında ezilmemeliydi...


Dr. Lokman Erdemir' e Teşekkürler

KAYNAKLAR

Mucip Kemalyeri, s. 294-296.
Mülakat, 440; Cemil Conk, Çanakkale Conkbayırı Savaşları, Çanakkale Hatıraları, c. 2, yay. haz. Metin Martı, İstanbul: Arma Yayınları, 2002, s. 210.
Bartlett, 144.
Münim Mustafa, s. 33-34.
“Sultanhisar Süvarisi Rıza Bey’in Defter-i Hatıratından”, Yeni Mecmua, s. 84.
Tanrıöver, Günebakan, s. 74.
“Siyasiyyât”, Tanin, 26 Nisan 1331 [9 Mayıs 1915].
“Son Zafer.”, Tanin, 31 Mayıs 1331 [13 Haziran 1915]; “Çanakkale Mektubu”, İkdam, 29 Temmuz 1331 [11 Ağustos 1915].
Fatma Aliye, “Hilâl” Servet-i Fünûn, 1251, 14 Mayıs 1331 [27 Mayıs 1915], s. 35.
“Mülâkatlar: Gülhane Hastahanesi’nden”, Tanin, 18 Nisan 1331 [2 Mayıs 1915].
“Siyasiyyât: Bir Müşâhede” Tanin, 21 Ağustos 1331 [3 Eylül 1915].

Bu Yazı 50503 kere okunmuştur.


Sayfalar 1
 

 
 

Sitede yayınlanan her türlü yazı, haber, resim, şiir, müzik ve videonun izinsiz kullanılması, yayınlanması yasaktır.

 

Tasarım & Programlama ÜÇBOYUT