ANA SAYFA     HAKKIMIZDA     MÜZE     ŞEHİTLERİMİZ     DOKÜMAN ARŞİVİ     FOTOĞRAF ARŞİVİ     GEZİ     YAZARLARIMIZ     İLETİŞİM  
 
  Müze  
  1. Dünya savaşı  
  İtilaf Dev. Savaş Planları  
  Ordular  
  Savaşa Girmemiz  
  Komutanlar  
  Çanakkale Savaşı  
  Deniz Savaşları  
  Hava Savaşları  
  Kara Savaşları  
  Cephede Koşullar  
  Gaz Kullanıldı mı?  
  Savaşın Sonuçları  
  Savaşın Etkileri  
  Çanakkale ve Yahudiler  
  Şehitlerimiz  
  Gazilerimiz  
  57. Alay Tarihi  
  Asker Mektupları  
  Anzaklar  
  Arşivlerde Çanakkale  
  Çanakkale Gençlik ve Sporcular  
  Asker İmamlar  

Sitede Ara


 

Seyit Ahmet Sılay

ÇANAKKALE’ NİN ÖN SÖZÜ…
Koleksiyoner olmak, hele ki Çanakkale Savaşı objesi biriktiriyorsanız, bir çoğunun okuyup unuttuğu, satır aralarında kalan üçüncü sayfa haberlerinin peşine düşürür sizi.

Başbakan’ a bir gezisinde hediye edilen, 1.dünya savaşından kalma asker şapkası haberi, uykunuzun kaçmasına sebep olur. İşte o an “Başbakan” olmak istersiniz.

Başka şapka varmıdır?, Nasıl ulaşabilirim? Gibi sorularla günleri geçirirsiniz. Sonra mesajlar atmaya, şapkanın kaynağına ulaşmaya çalışırsınız. Bir gece posta kutunuza düşen bir mesaja verdiğiniz tepki, evde herkesi yatağından fırlatır.

“Değerli Dostum,
Şehitlere hizmet ibadettir.
Benim Sarıkamış Şehitlerini anma törenlerimizde iftihar ile taşıdığım bir Enveriye şapkamı size armağan edebilirim. Tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun.”
Prof. Dr.Bingür Sönmez
Sarıkamış Dayanışma Grubu

Kargodan size gelen “Enveriye” şapka ve içinde;
“Kurtuluş Savaşı’ nın ön sözü Çanakkale’ de yazıldıysa, Çanakkale’ nin ön sözü de Sarıkamış’ ta yazılmıştır.” yazan bir not ve adınıza imzalanmış bir kitap;
Ateşe Dönen Dünya: SARIKAMIŞ

Kitabın arka yüzüne düşülen; Sarıkamış Şehitlerinin üzerine serili kar, yıllarca “görünmez” biçimde üzerlerinde örtülü kaldı. Üst üste yığılı donmuş ölülerin fısıltıları tarihin derinliklerine kazındı. Yaşananlar bir bilinmezliğin girdabına sürüklendi. Ne yenilginin nedeni ne ölü sayısı tam olarak bilindi. Zaman geçti, tarihe uzanan eller o görünmez örtüyü araladı. Fısıltılar ses buldu. Ortaya Sarıkamış Harekatı’ nın bilinmeyen öyküsü çıktı.

Şapkayı unutmuştum.

Kitabı okuyup bitirdiğimde anladım ki; Ardına düştüğüm asker şapkası “enveriye”, Çanakkale’ nin ön sözüne kadar götürmüştü beni.

Aralık ayı benim için, bambaşka bir anlam taşıyacaktır artık. Ne “karakış kapımızda”, nede “kayak mevsimin açıldığı” haberleri beni ilgilendirecekti.

Çanakkale’ de toprağa düşen, Sarıkamış’ ta donarak ölen yiğitler. Yazlık elbiselerle dağlara sürülen, aç, yorgun ve bahtsız civanlar. Hangi toprak kabul etmez sizi…

Okudukça boğazıma düğümleniyor. Bir şeyler söylemek istiyorum, konuşamıyorum. Bir sis perdesi gibi çöküyor gözlerime sovuğun buğusu, kelimeleri göremiyorum.

Sayfalar ilerledikçe dona inat, ateş basıyor yüreğimi;

1915 Nisanında Erzurum’ dan yola çıkarak İd ( Narman) kasabasına gelen Halil Bey ( Ataman) gördüklerini anılarında şöyle anlatmaktadır: “Çok acı ama maalesef gerçek olan milli faciaları dile getirmek gerektiği kanaatindeyim. Öncelikle Narman perişan bir köy yıkıntısı. Nasıl anlatacağım bilemiyorum. Anlatacaklarım insan yüreğini parçalayan, inanılması güç şeyler. Ben ilk gördüğüm anda öyle sarsılmıştım ki neredeyse ayakta duramayıp, yere düşecektim. Kasabanın girişinde kocaman ve insan cesetlerinden oluşan bir loda (yığın), 80- belki 100 metre uzunluğunda bir ölüler tepesi görülüyor. Bu ceset lodası, 2500 veya daha fazla babayiğit askerlerin cesetlerinin üst üste atılmasından meydana gelen, upuzun bir tepe. Yine aynı yerde 100 den fazla asker ellerinde kazma ve küreklerle 50 metre uzunluğunda ve 15-20 metre genişliğinde, derince ve daha önceden hazırlanmış çukurun başında bekleşiyorlar. Bu üst üste yığılı cesetleri, bu çukura doldurup üstünü toprakla kapatacaklarmış. Sordum niçin beklediklerini.”Alay imamı cenaze namazı kıldırmak için gelecek, onu bekliyoruz” dediler. Tekrar bir başka askere, bu cesetlerin nereden geldiğini, ölümlerinin nasıl olduğunu sordum; “efendim asker kırımı var, bu mezar dördüncüsü, aha şu görünen tepe gibi yüksek yerler var ya, onlarda mezar” dedi.

Allahuekber Dağları’ na çıkmadan yiten bedenler.
Ya dağdakiler…
Tarihin bilinmezinde kalmış en acı sayfalar olmalıydı bunlar.

Askerlikten muaf olmasına rağmen orduya gönüllü yazılan 10. Kolordu askeri Rizeli İrfanoğlu İsmail Efendi’ nin anıları Kolordu askerlerinin Allahuekber Dağları’ nda yaşadıklarına tanıklık etmektedir.

“O gece yarısına kadar o yaylanın Kuran sesi ile inlediğini çok iyi hatırlıyorum… Herkes ölmek üzere olduğunu biliyordu. Kan kaybından, soğuktan öleceklerini biliyordu… Yani askerlerimiz, henüz şehit olmamış yarı mevcudu kuran okuyordu… Mahşer gibi. Ne var ki gece yarısından Kuran sesleri kesildi. Çünkü yaralıların hepsi öldü. Kolordu şehit oldu. Asker dondu… Sadece Kuran okunuyor. Ağlamak yok. Çünkü ağlamak demek bir ümit beklemek demektir. Herkes öleceğini biliyor… Gece yarısından sonra ses kesildi. Artık Kolordunun sustuğunu ben de anladım!.. Ben yaralanmamıştım. O düzlükte, o karanlıkta yalnız kaldım. Nereye gidebilirdim. Soğuktan donabilirdim. Aklıma geldi ki yaralıların arasına gireyim. Yaralanmış asker de, bir başka askerin nefesine muhtaç oluyor. Böylece ister istemez yaralılar, sürüne sürüne, karın üstünde öbekleşiyorlar, kümeleniyorlar. İşte böyle bir yaralılar kümesinin içine girdim… Yarı geceden sonra da şehitlerin vücutları soğuyunca, bazı şehitlerin kaputlarından alıp tekrar giyindim. Böylece birkaç kat giysinin içinde sabahı buldum… Çevreme baktım. Ses yok. Acaba sağ kalan kimse varmı? Yüksek sesle, bağırarak künyemi okudum. Kimse varmı, diye bağırdım; 200 adım öteden bir kişi daha doğruldu karın içinden. Böylece 10 kişi daha karın içinden toplandık. Toplandık amma; acaba biz sağmıyız, ölü müyüz diye epeyce tereddüt ettik! Yayla sahipsiz kaldı. Silah ve cephane ile her taraf doluydu! Silah, cephane var, ama onu tutacak el, kol yok artık. Neye yarar o demir parçaları?"

Sözün bittiği yerde, düşünce başlar. Peşine düştüğüm bir şapkanın ( Enveriye-Kabalak) beni, Çanakkale’ nin ön sözünün yazıldığı yere götürmesi. Yazan yine Mehmet! Kaderinin adı, Sarıkamış,

Bu günlere geldiğimiz de, O mübarek insanlara, insanoğluna yüklenebilecek en ağır yükü omuzlamış şehitlerimize… Geride kalan gözyaşı kurumuş analara, eşlere ve adı yetim konmuş tüm yavrulara..
Bizi affedin!

Seyit Ahmet Sılay

Tarih::[ 3.12.2008 ]

Bu yazı 6672 kez okunmuştur.
 Tüm Yazıları Görmek İçin Tıklayın

Yazarın Diğer Yazıları
    ÇANAKKALE’ NİN ÖN SÖZÜ…
    MEHMET ÂKİF ERSOY VE AİLESİNE VERDİĞİMİZ DEĞER...?
    YEMEK LİSTESİ REZALETİNDE DUR!..DİYELİM
    DÜNYANIN EN BÜYÜK MEDYA DEVİ MURDOCH VE ÇANAKKALE
    ADSIZ KAHRAMANLAR
    ÇANAKKALE' Yİ ANLAMAK

Sitede yayınlanan her türlü yazı, haber, resim, şiir, müzik ve videonun izinsiz kullanılması, yayınlanması yasaktır.

 

Tasarım & Programlama ÜÇBOYUT