"Sevgili Kardeşim Müfit Necdet'e,
Başları göklere doğru uzanmış, dağların üzerinde kartallar gibi uçuşan bulutlar,
altın kurdelelerle işlenirken muhitin sükûn ve sükût ile titreyen kalbinde,
karanlıkları yaran, zulmetlere meydan okuyan bir seda yükseldi.
"Silâh başına!..."
Bu emir bir kaç şahısta, bir kaç ağızda tekrar ederek, yansıdı. Artık gölgeler
dolaşıyor, fısıltılar çoğalıyor, bazen kısa, sert ve keskin emirler duyuluyordu.
Mahmur gözler, arslan yürekler, cesur yiğitler karşılaştıkça, bir nakarat gibi;
"düşman taarruz ediyormuş" deniliyor ve bu cümleyi hafif alaycı bir tebessüm
takip ediyordu. Hiç bir yerde, hiç bir kimsede olağanüstülük, heyecan
görülmüyordu. Ölüme karşı gitmeye hazırlanan bu cesur kahramanlar üzerinde küçük
bir tereddüt bile hissedilmiyordu. Yalnız sükûn ve intizamla çalışan, düşmana
karşı koyacak, ölümle çarpışacak fakat vatanı kurtarmaya azmetmiş, milletin
namusuyla eğlenen, yurdun, Türk'ün mukaddesatıyla eğlenen, küçük görmek isteyen
düşmanı kahredecek, şanlı bir destan ve kahramanlık görülüyordu. Genç subaylar
kılıçlarını kuşanıyor, azimkar gözlerle düşman istikametindeki yıldızlardan
haberler sezmeye uğraşıyordu.
Bunlar da benim gibi, hepsi de genç, hepsi de yeni terfi etmiş, henüz gençlik
devresinin ateşli ihtiraslarını yenmeden, gençliğin zevk ve emellerine doymadan,
vatanın bağrında, alçalmış çizmelerle, boşa yürüyen düşmana haddini bildirmek
için, namuslarına tecavüz edilmiş milletdaşlarının, hakaret görmüş kardeşlerinin
intikamını almak için, din için. namus için, vatan için istikballerini
çiğneyerek yurdun istikbali uğrunda hudutlara koşmuşlardı.
Ay, doğudan nurlu saçlarını dökerek, altın ışıklarıyla yolumuzu aydınlattı.
Kâinatın boşluklarında hüzünler, elemler dolaştı. Gözler ilerde, tüfekler omuzda
herkesin kalbinde nur ve iman fikrinde, din ve vatan endişesi içerisinde, Kuzey
Yıldızı 'nın izini takip ederek ilerliyordu. Uzaklardan duyulan bir kaç silâh
sesi, gecenin sessiz hüznünü yırtarak etrafa dağıldı.
Önde cüretkâr adımlarla yürüyen dinç, vakarlı subaylar, arkasında gözleri
vatanın her tarafına sokulmak isteyen düşmana; şimşekler, ateşler saçan bir
kıta. Bunlar ayaklarının hareketiyle meydana gelen küçük, hafif çıtırtıları
duymayarak, mehtabın ışıklarından sabahın olduğuna hükmeden bülbüllerin
ötüşlerine asla ehemmiyet vermeyerek, etrafın yeşil ormanlıkları arasından
gösterilen istikamette, düşmanı kahretmek için ilerliyordu. Sert, kısa ve
emredici bir ses, gecenin mahmur karanlığı üzerinde uçuştu:
"İstikamet 34 nolu savunma noktası!... "
Başlar sola, ayaklar sola, mangalar sola döndü. Artık yüksek, çetin, çakıllı,
manalı bir dağ tırmanılıyordu. Mesafenin verdiği yorgunlukla terleyen yüzümü,
beyaz "Mim" markalı mendile silerken, kalbimde saklayamayacağım bir acı duydum.
Ruhum ezildi. Gözlerimde hayaller, beynimde birer birer mazinin tatlı hatıraları
dolaştı. Batıya döndüm, İstanbul'un beyaz ufuklarına doğru üç senedir hasret
çektiğim bir mevcudiyetin hayaline yemin ettim. "Vatanı düşman ayakları,
camileri haç gölgeleri altında görmektense, genç hemşirelerin namusları ayak
altına alınmak, ihtiyar annelerin beyaz saçları hakaret edilmektense, senin;
özellikle senin, Ey güzel hayal!; düşman kucağında çırpındığını duymaktansa, şu
yüksek tepenin bulutlara karışmış zirvelerinde bayrağım gibi kırmızı kanlara
boyanarak ölümü isterim" dedim. Ettiğim bu yemini uzaklardan duyulan düşman
mermilerinin boğuk sesleri tekit etti. Yüksek, hâkim semalara karışan tepenin
oyulmuş bağrında girdiğimiz siperlerden; önümüzde gümüş pırıltılarla akan
derenin parıltısı; tabiatın mehtap ile konuşması görülüyor ve hissediliyordu.
Önümüz toprak, arkamız toprak, her yanımız toprak ve kim bilir ihtimal bir kaç
saat sonra büsbütün bu topraklara gömülmek için hayata veda edecektik.
Fakat hayır! Mukaddesatımı çiğnemek isteyen, Kabe'me haçlar yerleştirmek
isteyen, bu sefil düşman leşlerinden kan abidesi ve zafer teşkil etmeden
ölmeyeceğim. Gözlerimde beyaz ve güzel bir hayal, ellerimde ölüm püsküren küçük
ve yuvarlak bombalar olduğu hâlde yürüdüm ve atıldım. İlk bombayı sevgilim
nâmına ateşlerken batıya, onun diyarına bulutlarla selâmlar, hürmetler yolladım."
Bu Yazı 13591 kere okunmuştur.
|