"Harp saflarında kurşunla vurulup düşen bir subayın son nefesi;
Bu subay hayat ile, insanlar ve dünya ile veda dakikasında öldüğünü hissetmişti.
Bu his korkunçtur. Ruhanî ve manevi ızdırap yanında, bütün manevî ızdıraplar,
aile, çocuk ve geride bırakılan şeylerin ızdırapları duyulur. Fakat o subay,
melekelerini, bütün neş 'elerini ve ızdıraplannı iki noktaya saptamıştı. Din ve
Vatan. Zaten kahraman olmak için bu lâzımdı. Maksat, uğruna ölmek için herşeyden
önce bütün ölümlerin toplamını, mağlup olmak acısının yanında hiçe saymak ve
bütün düşüncelerini, duygularını, ümit ve ihtiraslarını bu maksat etrafına
toplamak lâzımdı.
İstanbullu Muzaffer Bey böyle bir insandı. Son nefesinde, sesinin artık
çıkmadığı, gözlerinin bir şey anlatamadığı dakikada, cebinden bir zarf çıkardı.
Üzerine yazdı;
mukaddesatıyla karşı karşıya kalmak istiyordu. O'nu etti.
- " Kıble ne tarafta? "
Öncelikle Allah ile din,
kıbleye çevirdiler. Sonra yazmaya devam etti,
- " Bölük intikamımı alsın. "
Şimdi gözünün önünde vatan, ona son nefesini bile ateşle, duman ve kanla
boğulmuş havasından veren toprak vardı. Bu subayda, en büyük kahramanların en
büyük kuvveti olan, feragat ve feda duyguları yaşıyordu. O maksat için ölüyordu.
Ölürken dünyadan bir insanın çekildiğini düşünmüyordu. Gayenin müdafaasız
kalmasından korkuyordu ve devam etti; " Bölük intikamımı alsın!..." O zaman
bölük ateşler içinde, ayakları kana saplanmış ve alnı dumanla kararmış. Onun
ceset olmaya başlayan vücudu etrafında çarpışıyordu. Üçüncü cümlesini imzalamak
isterken. İstanbullu Muzaffer Bey hayata veda etti.
Muzaffer Bey'in son nefesiyle, bu toprağa, bu toprağın tarihine, yaşayan nesile
ve yaşayacak nesillere yaptığı hizmet, milyonlarca insanın bütün hayatlarıyla
yapacağı hizmetten büyüktür."
Bu Yazı 17969 kere okunmuştur.
|