ANA SAYFA     HAKKIMIZDA     MÜZE     ŞEHİTLERİMİZ     DOKÜMAN ARŞİVİ     FOTOĞRAF ARŞİVİ     GEZİ     YAZARLARIMIZ     İLETİŞİM  
 
  Müze  
  1. Dünya savaşı  
  İtilaf Dev. Savaş Planları  
  Ordular  
  Savaşa Girmemiz  
  Komutanlar  
  Çanakkale Savaşı  
  Deniz Savaşları  
  Hava Savaşları  
  Kara Savaşları  
  Cephede Koşullar  
  Gaz Kullanıldı mı?  
  Savaşın Sonuçları  
  Savaşın Etkileri  
  Çanakkale ve Yahudiler  
  Şehitlerimiz  
  Gazilerimiz  
  57. Alay Tarihi  
  Asker Mektupları  
  Anzaklar  
  Arşivlerde Çanakkale  
  Çanakkale Gençlik ve Sporcular  
  Asker İmamlar  

Sitede Ara


 

Cephede Koşullar (yeni)

« Geri   

    Askerin Maneviyatı     Askerlerin Sosyal İhtiyaçları
    Bitler     Dinlenme ve Eğlence
    Hastalıklar     Sinekler
    Siperde Yaşam     Su
    Yaralı ve Ölüler     Yiyecek
Yiyecek
    Yiyecek

Yiyecek




Ancak paketler düş kırıklıkları da getirebiliyordu:


İlk başlarda en çok ihtiyacımız olan şeyleri alamıyorduk. Evlerimize gönderdiğimiz notlarda sıcaktan, susuzluktan, pislikten, gömleğimizin, çorabımızın yetmediğinden söz ederdik. Sonuçta ilk gelen paketler aşırı derecede düş kırıcı olmuştu. Hava artık serinlemeye başlayınca limonata tozunu ve susuzluk giderici tabletlerin epey serin görünüşü bizde hiç heyecan uyandırmıyordu. Çoraplar, mendiller ve gömlekler hiç de saklanmayan tiksintiyle karşılanmaktaydı ve eğer sabunların işitme ya da utanma duyguları olsaydı gelen çeşitli marka sabun kalıpları edilen küfür karşısında anında erirlerdi! (Er Harold Thomas)



Aslında mantıklı olan bir seçim bir yanlışlık sonucu berbat olabilirdi:


Bir keresinde sigara, kek, çorap ve sabun dolu bir paketin ortasına, -altı hafta önce bir İngiliz ailesi tarafından gururla gönderilirken- beş altı tane muz yerleştirilmiş olduğunu gördüm. O paket ‘yozlaşmanın esareti’ sözünün iyi bir örneği olabilirdi –çoraplar bile genel bozulmadan nasibini almışlardı.
(Er Harold Thomas)


Paketlerin içeriği dikkatle ve titizlikle seçilmiş olsa bile her şey yolunda gitmeyebilirdi:


Haftalarca süren bekleyişten sonra bazı talihsizlikler bir posta torbasının dibinde kalmış bir etiket, bir parça ip ve birkaç kırıntı alırlardı. Paketlemedeki beceriksizlikten dolayı bir ananın ya da bir kız kardeşin
İyilik severliğinden kalanlar sadece bunlar olurdu.
(Er Harold Thomas)


Askeri iğrendiren başka bir şey daha vardı:


Kimi zaman paketler yolda açılmış ve içindekilerin çoğu çalınmış olurdu. Hatta, karanlığın daha da derinliklerine batan bir paketin içindekileri aşırmakla yetinmez, verdiği zarara bir de hakaret ekleyerek yarattığı boşluğu konserve et tenekeleriyle doldururdu. Evinden gelecek paketi haftalardır bekleyen bir insanın karşısında zaten çevremizde dağlar gibi yığılmış duran ve hazım organlarımızın reddetmeye başladığı şeyleri görünce nasıl bir öfkeye kapıldığını tahmin edebilirsiniz.
(Er Harold Thomas)


Girişimci Yunanlı siviller piyasadaki bu kesin boşluktan yararlanmak istemişlerdi. “Yunanlı balıkçılar gelip bize on şiline küçük bir süttozu satarlardı ve biz de bunları seve seve alırdık!” Yunanlılar’ın kumsallardaki aralıklı ama öldürücü ateş riskine girmek için koydukları büyük kara herkes hoşgörüyle bakmıyordu. Aslında balıkçılar Levazım Birliği’nin sorunlarından çoğuyla karşılaşmaktaydılar: Büyük talep, kısıtlı stok ve ikmal için uzun bir yolculuk. “Mayıs sonlarına doğru bir Yunanlı, hırsız yuvası olmasına karşın çok yararlı olan bir kantin açtı, ama birkaç gün sürdü, sonunda stoku sadece kopya kalemlerinden ibaret kaldı. Adam gider yeni malzeme getirir, onu da birkaç saat içinde tüketirdi. Bir gün ortadan kayboldu, söylentilere göre casus olarak kurşuna dizilmişti; aslında soyguncu olarak kurşuna dizilmeyi hak etmişti.

Bu çok kısıtlı rejim tıbbi sorunlara neden olurdu. “Sebze eksikliğinden kollarımızın ve ellerimizin derisi beyazlamıştı ve her yara iltihaplanıyordu.” Bu tür şikayetler için tedavi çok basitti:


Kolumda bir çıban çıkmış, ben de sarmıştım. Subay gelince, “Neyin var?” diye sordu. “Çıban çıktı,” dedim. “Üsse git de deşsinler,” dedi. “Zarar yok,” dedim. “Hayır hayır, gitmelisin,” dedi. Ben de üç mil ötedeki üsse gidip sıhhiye erine durumu anlattım. “Gel bakalım,” dedi. Girdiğim çadırda sedyede yatan bir adamın bacağına bakıyorlardı. Doktor, “Kolunu sıva,” dedi. Tanrım, ne anestezi ne de başka bir şey, neşteri batırdı, o kadar.
(Er Cecil Meager)


Bu Yazı 25780 kere okunmuştur.



Sayfalar  1 2 34
 

Resmi Büyütmek için tıklayın...

Cephede Yemek

Resmi Büyütmek için tıklayın...

Erzak Taşıyan İngiliz Askerleri

Resmi Büyütmek için tıklayın...

Erzak Deposu

 
 

Sitede yayınlanan her türlü yazı, haber, resim, şiir, müzik ve videonun izinsiz kullanılması, yayınlanması yasaktır.

 

Tasarım & Programlama ÜÇBOYUT