Gemiye bir kere bindikten sonra torpillenme, yaralarının öldürücü etkisi ve kangren dışında başka korkuları kalmazdı. Yaralılar Limni'ye, İskenderiye'ye, Malta'ya ve talihliyseler İngiltere'ye götürülürlerdi.
Ölenler yarımadada gömülürlerdi: Ben oradayken 5. Essex Taburu'ndan iki üsteğmen geldi. Onların, arkadaşları Üsteğmen Marshall'm gömülmesi için geldiklerini öğrendim. Gidip gerekenleri hazırladım. Karanlıkta aşağıdaki kumsaldaki küçük mezarlığa gittik ve ben ayin yaptım. Tabii ne ışık vardı ne de kitap. Ben de en uygun görülen duaları ezberden okudum. Onlara söyleyebildiğim tek şey cennetin böylesine arkadaşlarla dolu olduğu için çok iyi bir yer olması gerektiği oldu. (Rahip Charles Hood)
Yarıda kesilmiş yaşam duygusu adeta elle tutulabilir gibiydi:
Her zaman ölmek üzere olanlar için hazır iki açık mezar bulunurdu. Sık sık günlük işlerimden alınıp, siperlerden getirilirken yolda ölmüş bir zavallıyı gömmeye çağırılırdım. O basit gömülmelerde tarif edilmez derecede acıklı bir şey vardı, sedye üzerindeki ceset, öldürücü yaradan akan kan, ölünün üzerinde içinde savaştığı, çalıştığı, yemek yediği ve uyuduğu kirli ve yırtık üniforması. Kim bilir memleketindeki son geçit resminde ne kadar yakışıklı ve askerceydi. O anın bir fotoğrafı mutlaka bir konsol üzerindeydi... Ve şimdi! Bir zamanlar bir insan olan ve şimdi zayıflamış, yorgunluktan tükenmiş bu gövde, kavuşturulmuş elleri üzerinde delik deşik olmuş miğferi. Belki de tam o anda bir anne, bir eş veya bir sevgili, arkadaşlarına Onun Gelibolu'ya gidişini anlatıyordu! Yine de bunlar başlarında Ebedi Umut sözcükleri söylenerek birer Hıristiyan gibi gömülmüşlerdi; bir de çalılıklar arasında düştükleri yerde güneş altında çürüyen yüzlercesi vardı." (Er Harold Thomas)
Mezarlar mümkün olan yerlerde derma çatma bir haçla işaretlenirdi:
Cephenin Kraliyet Deniz Tümeni kesiminde dolaşırken tahta bir haçın üzerinde şunları okudum: Anson Taburu'ndan Harry Duge, Görevini yaptın, rahat uyu artık, Böyle çabuk öleceğini bilemezdik, Bunu bütün Üçüncü Takım Acılar içinde dikti başına.''' (Er Stanley Parker Bird)
Savaş alanında ölenlerin böylesine resmi bir şekilde gömülmeleri olanaksızdı ve Gelibolu'daki durumu hemen hemen katlanılmaz yapan birçok unsur vardı. Cepheyi oluşturan alan çok küçüktü ve sefer boyunca sürekli el değiştirmişti. Çıkarmadan dokuz ay sonra, 1916 Ocak ayında bile V Kumsalı'nda kayıp verilmekteydi. Cephe gerisi diye bir şey olmadığından cesetler geri taşamıyordu. Ceset toplamak için bir araya gelmek yeni kayıplar ve gömecek daha fazla ceset demekti. Gelibolu seferinin göğüs göğse çarpışmalarla sürdürülüyor olması cesetlerin oldukları yere gömülmeleri demekti. Ara bölge çoğunlukla gülünç derecede dardı ve sürekli gözlem altındaydı. Orada öldürülenler taraflardan biri ilerleyene kadar orada kalmak zorundaydılar ki, bu aylarca düştükleri yerde kalmaları demekti. Sonunda yarımadaya yaklaşırken korkunç bir çürüme kokusu duyuluyordu. Karaya ayak basıp da içerlere gidildiğinde bu çok daha beter olmaktaydı.
Havada korkunç bir koku vardı, benden önce oraya gitmiş birine, "Bu berbat koku da ne?" diye sordum. "Siperimizin önünde yatan ölüler," dedi. "Bizim önümüzde Hant ve Worcester' lardan 700, sağda da Anson Taburu'ndan 800 kişi yatıyor." Orası iki mil ötedeydi ve koku bizim bulunduğumuz yere kadar geliyordu. Eğer ölü bir fare koklamışsan, işte onun yüzlerce ve yüzlerce katı berbat bir koku. Bu ölüm kokusunu içinden çıkartıp atamazsın. Onu hâlâ hissederim." (Er Harry Baker)
Seddülbahir'de iklim nedeniyle cesetlerin çürümesi fazla uzun sürmüyordu. "Sürekli bir kükürt kokusu vardı. Bir adam saat on ikide vurulurdu ve saat birde yetmiş kiloluksa, şişer yüz elli kilo olurdu. Kurşunlar karnına saplanıp şişkinliği indirir, sonra yine şişerdi. Bunlar her yana saçılmıştı." Cesetler sadece ara bölgede değildi. Türklerin bir taarruzla ele geçirilen siperleri de berbat bir durumdaydı. "Türk siperleri şu anda korkunç bir durumda, siper kenarlarında millerce uzunluğunda çeşitli çürümüşlük aşamalarında cesetler sıralanıyor. Siperlerin arası üstüste yığılmış cesetlerle dolu. Koku insanı yere çarpacak kadar güçlü ve hepsinin üzerinde yaşayan ve cesetleri yiyen canlılar var. Bu sabah sadece siper kenarından elli dört ceset gömdük." (Teğmen J.W. Parr)
Askerler zamanla bunları siperlerin kendi yanlarına gömüyorlardı. Ancak cesetler sadece bir iki parmak toprakla örtülmekteydi. "Üzerine bastığımız toprağın kurtlarla dolu olduğunu gördük. Cesetlerin pek derine gömülmedikleri yerlerdi buraları." Kurtların en sağlam mideleri bile bulandıracak iğrenç bir yanları vardı. "Yer kurtlarla örtülüydü; kara kafalı ve zeki bakışlı iri iri kurtlar." Kurtları düşünmek Murray'in uykusunu kaçırıyordu:
Siperlerin önündeki engellerin yarısını cesetler ve kurtlar oluşturuyordu, yüzlercesi orada burada sürünen iğrenç şeyler, onlardan kurtulmak olanaksız. Bence orasının en kötü şeyi bu kurtlardı. Ölü bir Türk'ün ya da İngiliz'in yanına uzanırdın ve birden, ah lanet kurtlar diye düşünür, onların senin üstünde de dolaştıklarını sanırdın." (Deniz eri Joe Murray)
Bu Yazı 33230 kere okunmuştur.
|